Lübnan’ın başkenti Beyrut, 14 Şubat 2005 sabahı Ortadoğu yakın tarihinin en sarsıcı suikastlarından birine sahne oldu: Eski Başbakan Refîk Harîrî, Beyrut sahilindeki ünlü St. George Hotel yakınlarında konvoyuna düzenlenen bombalı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
Özellikle Suudi Arabistan’a yakınlığıyla bilinen Refîk Harîrî, Lübnan İç Savaşı’nı (1975-1990) bitiren Tâif Anlaşması’nın altyapısını hazırlamış, 1992-1998 ve 2000-2004 arasında iki kez başbakanlık yapmıştı. Sahip olduğu muazzam servet ve Arap dünyasındaki güçlü bağlantıları sayesinde Beyrut’un yeniden inşasına önayak olan Harîrî, Lübnanlı Sünnîlerin siyaset sahnesindeki en güçlü temsilcisiydi. Güney Lübnan’da 1982’de başlayan İsrail işgalinin 2000’de sona ermesiyle popülaritesi daha da artan Harîrî, 1976’dan beri Lübnan’da bulunan diğer işgalci güç Suriye’nin de çekilmesini istiyordu. Şam yönetiminin direktifleriyle hareket eden dönemin Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud’la gerilim yaşayan Harîrî, sonunda başbakanlık görevinden istifa etmek durumunda kaldı; kısa süre sonra da suikasta kurban gitti.
Refîk Harîrî’nin öldürülmesi, Lübnan’da haftalar boyunca devam eden yoğun protesto gösterilerine yol açtı. Nihayet Suriye işgal birlikleri Lübnan’ı terk etti. Sonrasında ise Lübnan, Harîrî’yi kimin öldürdüğüyle alakalı sert bir tartışma iklimine sürüklendi. Bütün şüpheler Şiî paramiliter örgüt Hizbullah üzerinde yoğunlaşıyordu. Harirî’nin politik çizgisi, Suriye ve İran’ın Lübnan’daki fiilî varlıklarına karşı duruşu ve onun Lübnan politik arenasında ifade ettiği anlam düşünüldüğünde, Hizbullah’ın “olağan şüpheli” durumuna düşmesi zaten kaçınılmazdı. Uluslararası soruşturma komisyonlarının ön raporları da Harîrî suikastında Hizbullah parmağı olduğuna işaret ediyordu.
İsrail’in 1982’deki Beyrut kuşatması sırasında kurulan ve aslî vazifesi Siyonist işgale karşı mücadele olan Hizbullah, zamanla Lübnan devleti içinde paralel bir devlete dönüşmüş, siyasetten ticarete her alanda güçlenerek, İran’ın ileri karakolu haline gelmişti. İsrail’in 2000’de Lübnan’dan çekilmesinden sonra Hizbullah’ın en temel varlık sebebi ortadan kalkmış görünüyordu, ancak İsrail, 2006’nın yazında başlattığı saldırılarla hem Hizbullah’a Lübnan’da kök salma fırsatı verdi hem de örgütü Harîrî suikastı bağlamında karşı karşıya kaldığı suçlamalardan çekip çıkardı:
12 Temmuz-14 Ağustos tarihleri arasında yaşanan ve “Temmuz Savaşı” olarak kayıtlara geçen İsrail saldırıları, nihayet BM’nin arabuluculuğunda ateşkesle sonuçlandığında, Hizbullah artık “Lübnan’ın hamisi” idi. Harîrî suikastı çoktan unutulmuş ve bütün Lübnan Hizbullah’ın arkasında birleşmişti. Bütün şiirler, şarkılar ve marşlar, Hizbullah’ı övüyordu.
Temmuz Savaşı’ndan sonra, geleneksel olarak Fransa tarafından himaye edilen Lübnan Hristiyanlarıyla Hizbullah arasında sağlam bir ittifak kuruldu. Hatta İç Savaş sırasında Hizbullah’a karşı savaşan Hristiyan milis çevrelerden pek çok isim, Hizbullah’ın desteğiyle siyasette yükseldi, ganimet paylaşımına ortak edildi. Bunların en ünlüsü, İç Savaş boyunca Hizbullah-İran-Suriye troykasıyla mücadele eden Mişel Avn’dı. Tâif Anlaşması’nın ardından Fransa’ya iltica eden Avn, 2005’te Lübnan’a döndükten sonra, 2016’da Hizbullah’ın desteğiyle cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.
Hizbullah’ın İsrail eliyle “Lübnan’ın tek patronu” konumuna yükseltilmesi, Arap Baharı’nın yıkıcı kasırgaları başladığında, Suriye’deki birçok kasaba ve köyün kuşatılmasını da kolaylaştırdı. Hizbullah, Suriye’ye akın akın savaşçı sevk etti; örgütün komuta ve strateji kademeleri, savaş taktiklerini Suriyeli siviller üzerinde deneyip ustalaştılar. Binlerce Suriyeli kadın ve çocuğun öldüğü, insanların açlıktan kırıldığı o dönemde, Hizbullah’ın açıklaması, bugün İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırımı dünyaya izah ederken kullandığı cümlelerle aynıydı: “Teröristler, sivilleri kalkan olarak kullanıyor.”
Hiç yorum yapılmamış
1654 kez izlendi
722 kez izlendi
486 kez izlendi
564 kez izlendi
YORUM YAPIN
Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.