Benden önceleri de "niceleri" gelip geçti.
Mekândan gelen ses, galiba doğru söylüyor. Tarih ve ona yardımcı ilimler batık kültürleri ve onların yaşam felsefelerini bize sunmaya çalışıyorlar. Modern devlet ve tarihçilik anlayışı, ideolojiler üzerinden geçmişi sunmaktalar. Bu sunuş şekli insanı gerçek bilgiye ulaşma noktasında nakıs bırakmaktadır. İnsanın kendini daha iyi tanımasına araç olması gereken tarih ilmi; insanı kendinden uzaklaştıran bir ilim olarak günümüzde faaliyetini sürdürmektedir. Artık tarih ilminin dogmatik olay tarihçiliğinden kurtularak; ayrıntılara dayalı, somut bütün koşulları gözeten ve birden fazla olasılığa imkân veren bir anlayışa kavuşması gerekmektedir. Bu yöntem insanlık tarihini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
Buradan hareketle sıfır noktası mahlası ile literatüre giren Göbeklitepe’yi ve insanın inanç tarihini yeniden yazmak ve yorumlamak gerekir.
Göbeklitepe; MÖ. 12.000 tarihinde bile insan yaşamında “inanmak” fiilinin ne kadar önemli olduğunun göstermektedir. İster tek tanrılı dinlerde, ister pagan dinlerinde olsun; insan, değişim (evrim) sürecinde ortak ritüeller ve semboller ortaya koymuştur. İnsanın ortaya çıkışıyla başlayan dünya yaşamı; avcılık-toplayıcılık, göçebelik ve nihayet tarımsal üretimle beraber yerleşik hayata geçişle devam etmiştir. Fakat insanın ilk andan itibaren inanma ve bir güce tapınma ihtiyacı, toplumların aynı doğrusal inanma sürecini ortaya çıkarmıştır. Örneğin Gök Tanrı; Mısır’da RA, Anadolu’da TEŞUP, Babil’de MARDUK, Hint’te MİTRA, Yunan’da ZEUS, Orta Asya’da GÖK TENGRİ( Bay Ülgen) Keltler’de TORAN şeklinde isimlendirilmiştir. Bu bölgelerde yaşayan toplumlar aynı tanrıya inanmakla beraber tanrıyı da aynı sembolle tasavvur etmişlerdir. Yani boğa ile. Boğa gücü temsil ederdi. Hatta aynı tarihlemelerde farklı coğrafyalardaki toplumlar, mekânlara, benzer tasvirlerle iz bırakarak dünyayı terk etmişlerdir. Bu da gösteriyor ki insanın varoluşu ile başlayan inanma duyusu ve bıraktığı izler; zihnini hiçbir zaman terk etmemiş ve bunu gelecek nesillerine güçlü bir şekilde aktarmıştır. Turna kuşu, Göbeklitepe’den günümüz Aborjinlerine, Hint Vedik inancına hatta Anadolu Aleviliğine kadar sembol olarak yaşamına devam etmektedir.
Bu cümleden hareketle bilim insanları Göbeklitepe’de bulunan “ T ” şeklindeki taş sütünlar üzerindeki sembolleri pagan felsefesinin başlangıcı kabul etmiştir. Tarihi tek bir yol üzerinden yorumlayan bilim insanları, çok tanrıcılığı milletlerin ana dini olarak anlatmaya başladılar. Oysaki sembollerin tek tanrıyı anlatabileceği tezini ihmal ediyorlardı. Tarih okumalarını farklı tezler üzerinde yapmamız gerektiğini unutmayalım ve Sümer tabletlerine bir göz atalım:
Sag.Ba
Büyü, ant, aşılmayan ant dairesi,
Tanrıların aşılmayan ant dairesi,
Göğün ve yerin değiştirilmeyen ant dairesi,
Tanrı tektir ve değiştirilemez.
Tanrı ve insan birbirinden ayrılamazlar.
Su-İl-La (Dua-El Kaldırma)
"Efendi, tanrıların üstünü ki gökte ve yerde onun tekliği büyüktür.
Yalnız o büyüktür.
Sen senin sözünü kim kavrayabilir.
Kim eş olabilir, kim benzeyebilir."
Sümerleri pagan felsefesi üzerinden anlatan “Bilim Beşerler’ini” bu metinlerden sonra “Bilim Adem’i“ olarak görevlerini yapmaya davet ediyorum.
Buradan hareketle Göbeklitepe’yi ve bıraktığı müthiş hazineyi, Âdem-Şit ve Nuh-İbrahim peygamberler üzerinden okuyup değerlendirmeliyiz. Çünkü çokluğun üzerinde bulunan “BİR” insanın kendisinin ve inandığını yaşama arzusunun tekâmülüdür. Bu tekâmül, özgürlüğün ifadesidir.
Göbeklitepe bize yeniden insanı ve inancını animist-pagan teolojinin baskıcı, zalim ve köleleştirici üretime karşı tevhid temelli halkçı ve özgürlükçü üretimi yeniden göstermiştir. Unutmamalı ki beşer ilim insanı bile şu cümleleri yüksek ses tonu ile ifade ediyor.
İnsanın duygularının tasvirinin ortaya çıkması için özgürlükçü bir ortam gereklidir.
Evveeet
“Tarihi yeniden yazmanın zamanı geldiğini bildiriyor.”
GÖBEKLİTEPE…
YORUMLAR
1655 kez izlendi
722 kez izlendi
486 kez izlendi
564 kez izlendi
YORUM YAPIN
Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.