SİYASET

İsmail Kılıçarslan : Yeni bir Tanzimat Fermanı

Tarih
18 Nisan 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
İsmail Kılıçarslan

18 Nisan 2015

'Bismillahirrahmanirrahim

Tebâreke ellezî bi yedihi'l-mülk ve hüve alâ külli şey'in kadîr.
Cümleye ma'lûm olduğu üzere Devlet-i Aliyyemiz'in bidâyet-i zuhûrundan beri ahkâm-ı celîle-i Kur'âniyye ve kavânîn-i şer'iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan saltanat-ı seniyyemizin kuvvet ve miknet ve bi'lcümle tebe'asının refâh u ma'mûriyyeti rütbe-i gâyete vâsıl olmuş iken…'
Bu cümlelerle başlıyordu 3 Kasım 1839 günü ilan edilen Gülhane Hatt-ı Hûmayûn'u; yani tarih derslerinde bize 'batılılaşma ve demokratikleşmenin ilk adımı', 'padişahın yetkilerinin kısıtlandığı ilk önemli adım' gibi kalıp cümlelerle öğretilen Tanzimat Fermanı.

'Tarihi kalıp cümlelerle öğreten, dikey olarak derinleşmemize asla müsaade etmeyen yüce milli eğitim sistemimiz böyle buyuruyorsa doğrudur elbette' diyerek, serde 'batılılaşma karşıtlığı' da olduğumdan Tanzimat Fermanı'ndan nefret etmiştim gençliğimde. Hatta 'Tanzimat ve Islahat fermanları Osmanlı'yı uçuruma götüren adımları hızlandırdı' diye düşünmüş, bu iki fermanı bir görmüştüm.

Şimdi, 'toplumsal biraradalığımızın, birlikte yaşama ahlakımızın güçlendirilmesi için neler yapılabilir' diye düşünürken karşıma bir kez daha çıktı bu metin.
Biliyorum; Mısır meselesinde bir çözüm bulunsun diye, yükselen milliyetçilikle mücadele edilebilsin diye, batı ile ilişkiler rayına girsin diye okunan bir ferman bu. Ancak ben Sultan Abdülmecid'in hazırlattığı bu fermanın nedenleriyle ya da sonuçlarıyla değil, metnin bizatihi kendisiyle ilgilenmeyi teklif ediyorum.

Gelin fermandan biraz okuyalım: '…devletimizde kuruluşundan beri Kuran'ın yüce hükümlerine ve şeriat kanunlarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tebaasının refah ve mutluluğu en yüksek noktaya çıkmıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini izleyen karışıklıklar ve çeşitli sebeplerle şeriata ve yüce kanunlarına uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüştü… Eğer, yüce devletimize dâhil ülkelerin coğrafi mevkiini, verimli toprakları ve halkının kabiliyetlerini göz önünde tutularak gerekli girişimler yapılırsa, yüce Allah'ın yardımı ile beş-on yılda kalkınabileceğimiz izahtan varestedir… Şöyle ki; dünyada can, ırz ve namustan daha kıymetli bir şey yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce, yaradılıştan kötü olmasa bile, canını ve namusunu korumak için olmadık çarelere başvurur. Bunun devlet ve memlekete zarar vereceği açıktır. Buna karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse sadakat ve doğruluktan ayrılmaz, işi ve gücü ile devletine ve milletine faydalı olur… Bu sebeple, bundan böyle suç işleyenlerin durumları şeriat kanunları gereğince açıkça incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse, başkasının ırz ve namusuna saldırmayacaktır… Yüce devletimizin tebaası Müslümanlarla öbür milletler bu haklardan tam istifade edeceklerdir.'
Başka bir patikadan ilerleyelim biraz. Dün, sevgili öğretmenim Esra ile İngilizce çalışırken, karşıma cevaplandırmam gereken bir soru çıktı: 'Ülkenizde daha eşit insan haklarına sahip olduğunu düşündüğünüz kesimler kimlerdir?'

İtiraf edeyim ki İngilizce çalışırken cevaplamayı beklediğim türden bir soru değildi. Yine de zihnimi toparlayıp İngilizcemi de zorlayarak şöyle dedim: Bizim gibi ülkelerde 'daha eşit insan haklarına sahip olma işi' sırayladır. Sırası gelen bu hakları kullanır. Şu an Sünni iseniz Alevilere göre, Türk iseniz Kürtlere göre daha eşit haklara sahipsiniz demektir. Bu sıra işinde hakkını kaybetmeyen tek kesim ise beyaz Türklerdir. Onların zarı hep 6-6 gelir.'

Ardından bir soru daha geldi: 'Sizce tüm dünyada insan haklarının herkes için eşit şekilde uygulanabilmesi mümkün mü?' Hiç duraksamadan 'hayır' diye cevap verdim bu soruya… Hayır, çünkü insanoğlunun kendisine 'nefret etmesi gereken öteki, şeytanlaştırması gereken komşu' yaratması süreci hiç bitmedi.

Tam burada söylemek isterim ki, insanlık ailesi için Tanzimat Fermanının, Magna Carta'nın, Medine Vesikasının, Kudüs Emannamesinin önemi ortadan hiç kalkmayacak. Hangi nedenlerle ortaya konulmuş ya da hangi sonuçları doğurmuş olurlarsa olsunlar bu metinler, 'insanların daha iyi bir dünyada, daha iyi bir ülkede yaşayabilmek için' aldığı inisiyatiflerin birer muhkem belgesi olarak bize ilham vermeye devam edecekler. Ve bize şunu hatırlatacaklar: 'Hakikatin hatırı âlidir. Hiçbir şekilde gelip geçici olana, gündelik olana, taraftarlığa kurban edilemez.'

2015 yılında yeni bir Medine Vesikası, yeni bir Tanzimat Fermanı. Zor mu? Elbette zor. Fakat kolay olanı sevmemiz gerektiğini de nereden çıkardınız Allah aşkına?
Ne diyordu Fidel Castro: 'Kolay bir şey isteseydim vaktiyle Che kardeşimle ortak bir puro atölyesi açardım canım evladım. Elimizde sermaye de vardı, çalıştıracak işçi sınıfı da.'

Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;