Hollanda ile yaptığımız maçta 2-1 yenildik ama kaybetmedik hatta şampiyonluktan çok daha fazlasını kazandık.
Merih’in Avusturya’ya attığı iki golden sonra Türk seyircilerle birlikte yaptığı Bozkurt işareti milli şuurun bir kez daha şahlanışını sağladı. Özellikle Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in şikâyeti üzerine UEFA’nın tayin ettiği Avusturyalı müfettişin yürüttüğü soruşturmada Merih’e verilen iki maç ceza, futbolun yalnızca futbol olmadığını, sahada kaybettiğini masada kazanmaya çalışan Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü ortaya koydu. Merih’e verilen ceza aslında Türk milletine verildi.
Avrupa’nın yani Batı’nın Türkiye’ye karşı tutumu adeta tarihin tekerrür etmesi gibiydi. Elbette Türklerin tepkisi de tarihteki gibi oldu ve maçı kaybetse de Avrupa’ya karşı Türk milleti 100 yıl önce Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, mücadelesinin ve bağımsızlığının sembolü Bozkurt işareti ile ayakta duruşunu gösterdi. Batılı işgalci emperyalistlerin 100 yıl önce “Bozkurt” olarak tanımladıkları Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi bugün de yurtiçinde, satılmış, işbirlikçi, muhalefet edeyim derken bölücü terör örgütü PKK, vatan haini Fetullahçı Terör Örgütü ve emperyalist Batı ile aynı çizgide olan “Çakallar” kendisini gösterdi.
Türklerin 2 bin 200 yıllık sembolü Bozkurt işareti yapanları tıpkı Alman İçişleri Bakanı gibi “ırkçılıkla” suçlayıp yalnızca Milliyetçi Hareket Partisi’nin sembolü olarak adlandırarak çakallıklarını gösteriyorlar.
‘BOZGUNCU VE MİKROPLAR’
Dediğim gibi Türk milleti buna yabancı değil; yani bağımsızlığın ve mücadelenin sembolü Bozkurt’a olduğu gibi yabancıların etki ajanı olmuş çakallara alışık. Mustafa Kemal Atatürk de 1927 yılında TBMM’de bizzat okuduğu NUTUK’ta buna özel olarak değinir.
Milli mücadelenin başarısı için üç kuvvet; 1-Millet, 2-Meclis, 3-Ordu dedikten sonra cepheyi de ikiye ayırır; “Görünürdeki cephe” yani dış cephe ikincisi ise “Dahili cephe” yani dış cephe.
Atatürk asıl mücadelenin de iç cephede verilmesi gerektiğini çünkü, düşmanın “bozguncu ve mikrop” diye tanımladığı işbirlikçilerle ‘kaleyi içinden almak” istediğini şöyle anlatır:
“Şimdi efendiler, düşmana taarruz için verilmiş olan kati kararımızı tatbike başlamadan evvel, hazırlamaya ve tamamlamaya mecbur bulunduğumuz harp vasıtalarının ne olduğunu arz edeyim: Tam üç vasıtanın hazırlığının kafi derecede olduğunu görmek lüzumunu hissediyorum.
Onlardan birincisi ve en mühimi ve asıl olanı, doğrudan doğruya milletin kendisidir.
Milletin, hayat ve bağımsızlığı için kalbinde, vicdanında tecelli eden, gelişen arzu ve emellerin sağlamlığıdır. Millet bu içten arzusunu ne kadar kuvvetle ortaya koyarsa, bu arzu ve emelinin tahakkuku için ne kadar çok azim ve iman gösterirse, düşmanlara karşı muvaffakiyet için o kadar kuvvetli bir vasıtaya sahip olduğumuza kani olurum.
İkinci vasıta, milleti temsil eden Meclis’in milli arzuyu ortaya koymakta ve bunun icaplarını inanarak tatbikte göstereceği azim ve kahramanlıktır. Meclis ne kadar çok dayanışma ve birlik halinde milli arzuyu tecelli ettirirse, düşmana karşı o kadar kuvvetli üstünlük vasıtasına sahip oluruz.
Üçüncü vasıta, milletin silahlı evlatlarından ibaret olup düşman karşısında toplanmış bulunan ordumuzdur.
Bu üç tür vasıta veya kuvvetin düşmana karşı vücuda getirdiği cepheler iki mahiyette tasavvur olunabilir. Kolay anlaşılmak için şöyle diyeyim: Dahili cephe (iç cephe), görünürdeki cephe.
Asıl olan dahili cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir.
İÇ CEPHENİN ÖNEMİ
Hiç yorum yapılmamış
1171 kez izlendi
964 kez izlendi
633 kez izlendi
1532 kez izlendi
YORUM YAPIN
Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.