DİNİ YAZILAR

Mustafa Demirci : Bir sızı var kalbinde

Tarih
20 Ocak 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
Mustafa Demirci

20 Ocak 2015

Derviş içinde bulunduğu susuzluğun farkındaydı.. Sanki gönül dudakları kurumuş, şerha şerha olmuştu.. İçinden yükselen bir ses sürekli; "Dikkat et dostum! Bineğin sevgi. Azığın zikir. Anahtarın yakarış.. Sonsuzluğu arayış.. Ebediyyeti duyuş... Ve ebediyyete uyanış!" diyordu.. Bir başka ses; "Dikkat et dostum! Bir sızı var kalbinde; Allah (c.c.) sevgisinden gayrı şeylerin dindiremediği... Bir açlık var içinde; O'nun zikrinden başkasının doyuramadığı... Bir susuzluk var dudağında; O'na yakarış dışındakilerin gideremediği...''[1] nidalarıyla sesleniyordu.  Bir sonsuzluk özlemiydi içini kaynatıp duran.. Bir gerçeklik arayışıydı zihnini kanatıp yormakta olan... Derviş iç dünyasından yükselen bu sarsıcı çağrılara dalıp gitmiş, sohbetin başladığını bile hissetmemişti. Mürşid sohbetin başından bu yana Derviş'in derin düşüncelere daldığının farkında idi. Sohbetine devam ediyor, zaman zaman göz ucuyla Derviş'in bu dalgın halini gözetliyordu... Bu durum bir süre daha böylece devam etti.. Nihayet mürşid, Derviş'in kendisine gelmesini istercesine sesini yükseltti ve; ''Ateş-i hicrinle can durmaz figan başlar / Kaynayıp akar ol ateşle gözümden yaşlar / Ateşim, yaşım, iniltim can içinde gizlidir / Zahirimde yok içimde hasıl oldu yaşlar / Bikesim bu alem içre sırrına yok mahremim / Bilmedi derdim benim ne kavm-u ne kardaşlar''.[2] mısralarını terennüm etti. Derviş mürşidinin okuduğu şiirin etkisiyle kendine geldi. Sohbetin uzun süre önce başladığını anladı. Mahcup oldu. Başını önüne eğmeye devam etti ve gözlerini kaldırıp bakmaya cesaret edemedi. Mürşid Derviş'in derdini biliyordu. Zihnindeki soruların cevabı da kendisindeydi. Sustu. O da başını önüne eğdi ve bir süre aynı noktaya baktı. Sonra birden başını yukarı kaldırdı. Bir soruya cevap veriyormuşçasına konuşmaya başladı: "Arayan bulur elbet sonu Necran görünür / Arayışsız geçen ömrün sonu Hicrân görünür".[3] Erenler! Hayatta işler göründüğü gibi değildir. Birçok şey görecelidir. Bize düşen görünenin ötesindeki gerçekliğe odaklanmak. Eşyanın hakikatini aramak. Dünya her zaman bakar körlerin körü körüne yaptığı arayışlara sahne olmuştur. Çoğu neyi niçin aradığının farkında bile değildir. Tıpkı Kralın elçisinin  Sonsuzluk Ağacın'ı ararken yaptığı gibi. Mürşidin bu sözleri Derviş'i çok meraklandırmıştı. İçindeki sızıyı dindirecek bir duyuşa yaklaştığını hissetti. Mürşidi zihnindeki soruların cevabını mı verecekti? İyice kulak kabarttı. Hikayeyi dinlemek için can atıyordu. Mürşid hikayeyi anlatmaya başladı. Hikâye’ye göre, akıllı bir adam Hindistan’da bulunan mûcizevî bir ağaçtan bahseder. Anlattığına göre, bu ağacın meyvesinden yiyenler yaşlanmayacak ve ölmeyeceklerdi. Bu söylenti Orta Asyalı hükümdarın kulağına gider. Melik’te bu hayat iksirinin kaynağına karşı tutkulu bir arzu uyanır. Hükümdâr bu ağacın meyvesini getirmek üzere bu işe uygun, yetenekli bir temsilci gönderir. Görevli kişi yıllar boyu o şehir senin bu şehir benim dolaşır durur. Hindistan’ı diyar diyar gezer. Bıkmadan, usanmadan aradığı şeyin mahiyetini ve nerede bulacağını bilebilecek herkese sorar, soruşturur. Bazı insanlar bu adama böyle bir arayışın ancak bir delinin işi olabileceğini söylediler. Diğer bazı kimseler zekî ve akıllı olduğu belli olan bir kişinin nasıl olup ta böylesi saçma bir maceraya atıldığını anlamak için adamı iyiden iyiye sorguya çektiler. Bu insanların kendisine aldanmış bir zavallı gözüyle bakarak gösterdikleri nezaket, cahillerin kendisine karşı gösterdikleri fiziksel şiddetten çok daha fazla yaralamıştı onu. Pek çok kişinin bu mucizevî ağacı kendilerinin de işittiğini söyleyip yalan yanlış hikâyelerle onu bir yerden diğer bir yere dolaştırmaları da cabasıydı. Bu arayışlarla birlikte yıllar  da geçip gitmişti. Sonunda kralın temsilcisi tüm umudunu yitirerek kralın yanına dönmeye ve üzüntü verici başarısızlığını itiraf etmeye karar verdi. Kralın adamı Hindistan’da bulunduğu zaman zarfında gerçek hikmete sahip birisinin varlığını işitmişti. Arayışını sonlandırmadan önce “Bu kadar umutsuzluk içindeyken, bari ona uğrayayım, vatanıma yapacağım dönüş yolculuğu için hayır duası alayım…” diye düşündü. O ârif kimseye gitti ve ondan hayır dua istedi. Bu arada da nasıl böylesi sefil bir duruma düştüğünü ve tek bir umudun dahi kalmadığı, nasıl bir başarısızlığa uğradığını izah etti. Ârif zât güdü ve dedi ki: “Seni budala! Hayır duasının iki katı kadar da yön tayinine ihtiyacın var senin. Anlayamamışsın meseleyi. “Bilgi Ağacının Meyvesi Hikmettir”. Sen hayal ve suretleri, yani eşyalar için kullanılan ikincil isimleri kendine amaç edindiğin için, onların ötesinde yer alan gerçekliği bulamadın. Onun binlerce adı vardır. Âb-ı Hayat da denilebilir ona. Güneş, deniz, bulut vs.… Bilesin ki isim nesnenin kendisi değildir. Her kim ki, bu isimlere yapışır, bu kavramlara bağlanır ve türemiş şeylerin, ancak ‘anlamaya yarayan’ basamaklar, bazen de engeller olduğunu göremezse, ikincil şeyler aşamasında kalacaktır”. Derviş bu hikayede kendisini bulmuştu. Teşekkür eden gözlerle mürşidine baktı. Mürşidi Derviş’in iç sesini seslendirircesine;  “"Dikkat et dostum! Bineğin sevgi. Azığın zikir. Anahtarın yakarış.. Sonsuzluğu arayış.. Ebediyyeti duyuş... Ve ebediyyete uyanış!" diyerek sözlerini bitirdi.        

 


[1] Abdullah bin Mübarek’in (r.ah.) sözü olarak rivayet edilir.

[2] Şiir Niyâzî-i Mısrî’ye (k.s.) aittir.

[3] Hicrân Gazeli’nden alınmıştır.

[4] Hikayenin kaynağı, Yol’un Yolu, İdris Şah, Çev., M. Ali Özkan, s.119-120

detailhaber.com

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;