Ekim ayında gerçekleşen ve yaklaşan ABD başkanlık seçimleri üzerinde büyük etkileri olan olayların uzun bir geçmişi var. Biden yönetimi, ABD birliklerini İsrail’e konuşlandırarak Kamala Harris’in seçim umutlarını etkilemeye çalışmıyor, seçimden önce askeri tırmanış planlarının yapıldığından emin olmak istiyor. Bir “Ekim sürprizi” yerine, ABD’nin Orta Doğu’daki savaşa katılımını büyük ölçüde genişletmek için bir “Ekim komplosu” söz konusu.
Bu “Ekim komplosu”nun arkasında yatan olası senaryolar, ABD’nin iç siyasi durumunu etkilemek için geliştirilmiş stratejileri içeriyor. Örneğin, ABD ve İsrail, İran’a yönelik askeri operasyonları artırarak, dünya petrol pazarında büyük dalgalanmalara yol açmayı hedefleyebilir. Böyle bir durumda, İran’ın petrol sevkiyatlarını engellemesi ve Hürmüz Boğazı’nda gerginliklerin tırmanması, küresel petrol fiyatlarında ani artışlara neden olabilir. Bu da, dünya ekonomisinde büyük bir krize yol açarak, ABD’nin enerji pazarındaki liderliğini pekiştirmeyi amaçlayabilir.
Çarşamba günü Biden, İran ile ilgili ortak planları görüşmek üzere İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile bir telefon görüşmesi yaptı. Washington Post’a görüşmeyi anlatan bir ABD yetkilisine göre, görüşme sırasında Netanyahu, Biden’a “İran’daki askeri altyapıyı hedef almayı planladığını” bildirdi. Post, “Başbakanın duruşunun Biden’ın İsrail’e güçlü bir füze savunma sistemi gönderme kararında etkili olduğunu” bildirdi.
Başka bir deyişle, Biden Netanyahu’nun İran’a saldırma planlarını onayladı ve ABD’nin böyle bir operasyonu desteklemek için “karada asker” sağlayacağını açıkça belirtti. Savunma Bakanlığı Pazar günü, yaklaşık 100 ABD askeri tarafından işletilen bir THAAD füze savunma sistemini İsrail’e göndereceğini resmi olarak duyurdu.
Bu muharebe birliklerinin konuşlandırılması, ABD’nin Orta Doğu savaşına doğrudan katılımının çok daha fazla genişlemesinin kapısını açıyor. Emekli Hava Kuvvetleri Albayı Cedric Leighton, CNN ile yaptığı bir röportajda, “Bu birlikler herhangi bir şekilde zarar görürse, bu ABD’nin savaşa sürüklenmesiyle sonuçlanabilir ve bu, şu anda hayal ettiğimizin ötesinde önemli sonuçlar doğurabilir.” diye tehdit etti.
Biden ile yapılan görüşmenin ardından geçen günlerde İsrail, Gazze halkına yönelik saldırılarını önemli ölçüde artırdı ve Lübnan’daki Birleşmiş Milletler barış gücüne doğrudan saldırarak, BM yetkisine aykırı bir şekilde Lübnan’daki “mavi çizgiyi” geçti.
Çarşamba günü Associated Press, Netanyahu’nun “Kuzey Gazze’yi sivillerden arındırma ve içeride kalanlara yardımı kesme planı”nı “düşündüğünü” bildirdi. “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Hamas militanlarını aç bırakarak Gazze’nin kuzeyine insani yardım göndermeyi kesmeyi amaçlayan bir planı değerlendiriyor. Bu planın uygulanması halinde, evlerini terk edemeyen veya terk etmek istemeyen yüz binlerce Filistinlinin yiyecek ve su olmadan mahsur kalması söz konusu olabilir. Geriye kalanlar savaşçı olarak kabul edilecek, yani askeri düzenlemeler askerlerin onları öldürmesine izin verecek ve onlara yiyecek, su, ilaç ve yakıt verilmeyecek.”
ABD medyası, Birleşik Devletler veya vekillerinin bir eylemde bulunmayı “düşündüğünü” ilan ettiğinde, plan çoktan kararlaştırılmıştır. Gerçekte, İsrail, kuzey Gazze’yi çoktan kapatmış, kalan tüm sakinlerin kaçmasını talep etmiş ve kalanları sistematik olarak öldürmektedir.
Son iki gündür tüm dünyada milyonlarca insan, İsrail’in giderek tırmanan etnik temizlik operasyonunun bir parçası olarak fırlattığı molotof kokteylleriyle El-Aksa Şehitleri Hastanesi’ndeki hastaların diri diri yakılma görüntülerini izleyerek şok ve dehşete düştü. Biden yönetimi, ABD’nin bu katliamın ortasında İsrail’e asker göndereceğini duyurarak, Demokrat Parti ve Harris kampanyasının kitlesel savaş karşıtı duygulara yönelik tam düşmanlığını ve küçümsemesini gösteriyor. Ayrıca, endüstriyel ölçekte katliamda tamamen suç ortağı olan siyasi kuruluşun herhangi bir kesimine hitap ederek soykırımı durdurma çabalarının boşuna olduğunu da gösteriyor.
Soykırımın kendisi, daha geniş bir bölgesel ve küresel savaşla ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Acil hedef İran’dır. Geçtiğimiz hafta “60 Dakika” programında verdiği bir röportajda Harris, İran’ın “en büyük düşmanımız” olduğuna inandığını açıkladı. İran’a yönelik olası bir ABD askeri saldırısı sorulduğunda, “Şu anda varsayımlardan bahsetmeyeceğim” dedi. Ancak bu varsayımsal bir senaryo değil. ABD’nin İran ile en geniş kapsamlı ve felaketle sonuçlanacak bir savaşı kolaylaştırmak için aktif bir planı vardır. ABD ve İsrail’in amacı, emperyalist egemenlik altında Ortadoğu’yu tamamen yeniden düzenlemektir. ABD, ABD destekli Şah diktatörlüğünü deviren 1979 İran devrimiyle hiçbir zaman uzlaşamadı. Onlarca yıldır, ardışık ABD hükümetleri Tahran’da rejim değişikliği ve İran hükümetinin yerine yeni bir ABD destekli diktatörlük koymayı planladılar.
İran’la doğrudan savaşa doğru atılan adımlar, ABD-NATO’nun Rusya’ya karşı yürüttüğü savaş ve Çin ile gelişen çatışmayla bağlantılıdır. ABD birliklerinin İsrail’e konuşlandırılması, Rus kuvvetlerinin tüm cephede ilerlemesiyle birlikte NATO’nun Ukrayna’da yaşadığı derinleşen bir dizi aksilik bağlamında gerçekleşiyor. Bu gerçeklikle karşı karşıya kalan ABD, küresel egemenlik savaşında yeni bir cephe açmaya çalışıyor. ABD emperyalizmi İran’ı Rusya’nın merkezi bir müttefiki ve askeri operasyonlarının kolaylaştırıcısı olarak görüyor. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin yakın tarihli bir raporunda, “Rusya artık Şubat 2022’den önce hayal bile edilemeyecek şekillerde İran’a bağımlı hale geldi. Bir zamanlar ikincil bir oyuncu olan İran, artık Ukrayna savaşında Rusya’nın en önemli işbirlikçilerinden biri.” ifadesi yer aldı.
ABD stratejistleri, İran’ın petrol kaynaklarını güvence altına aldıklarında ABD’nin Rusya ve nihayetinde Çin ile savaşını tırmandırmak için daha iyi bir konumda olacağına inanıyor. ABD savaş planlamacıları, ABD emperyalizminin hedef aldığı tüm bu ülkelerden giderek daha fazla “yeni kötülük ekseni” olarak bahsediyor ve Bush yönetiminin Irak işgali öncesinde ortaya attığı ifadeyi benimsiyor.
Bu arada ABD ve İsrail’in, İran’a yönelik bir saldırıyı meşrulaştırmak için sahte bir terör saldırısı planladığı iddia da ediliyor.
Bu süreç, insanlığın ve İslam’ın ruhuna aykırı olan bir savaş anlayışını körüklüyor. İnsanları ve toplumları din, dil veya ırk üzerinden ayırmak, ne insani değerlere ne de İslami öğretilere uygundur. Bu nedenle, her bireyin ve topluluğun barış, adalet ve eşitlik içinde yaşama hakkı vardır. Savaşın ve çatışmanın değil, hoşgörünün, sevginin ve kardeşliğin egemen olduğu bir dünya için çaba göstermeliyiz. Bu amaçla, tüm inananlar ve insanlık adına hayırlı bir gelecek için mücadele etmeliyiz.
Seslimakale.com.tr
Hiç yorum yapılmamış
1655 kez izlendi
722 kez izlendi
486 kez izlendi
564 kez izlendi
YORUM YAPIN
Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.