15 Ocak 2015
Din Psikolojisi, dindarlık nedenleri kadar din karşıtlığının, inançsızlığın nedenleri üzerine de çalışıyor. İnançsızlığın nedenlerini; hayal kırıklığı, mevcut acılar ve sıkıntılar, kendini yeterli hissetme, muhtaç olmadığını düşünme, bir yaratıcının var olduğuna dair kanıt olmadığını düşünme şeklinde sıralıyorlar.
Yukarıda saydığım nedenlerin yanında, inançsızlık yahut dine karşı mesafeli olma sebeplerinin yanı sıra kendi inançsızlığı ile yetinmeyip başkalarının da kendi inançsızlığına dahil olmasını isteyen bir kitle olduğuna inanıyorum. Bahsettiğim bu kitle elbette tüm inançsızları kapsamıyor, sadece inançsız kesimin bir kısmını oluşturuyorlar. İnançsızlıkları nötr bir tavır olarak kalmıyor, başkasına yayma isteği ve kendi tercihlerini kabul etmeyenlere yönelik hatırı sayılır bir öfkenin de sahibiler. Bu kitlenin kendi içsel huzursuzluklarını, anlamı olmayan hayatları ile ilgili nevrozlarını yaratıcıya yönelttiğini ancak O’nunla somut bir ilişki gerçekleştiremedikleri için bu öfkeyi yansıtma usulü ile dindar kesime yönelttiklerini düşünüyorum. Freud “Savunma Mekanizmaları” başlığında “Yer/Yön Değiştirme” şıkkıyla bunu işliyor. Türkçesi; ağayı dövemeyen atını döver mevzusu. Yani Allah’a yönelik bir isyan ve öfke Allah’a kul olmayı tercih edinmiş insanlara kusularak bir çeşit terapi sağlanıyor.
Bir diğer husus Allah’ı merkezden alıp merkeze insanı, insani siyaseti koyma çabası, bunun failleri bu eylemlerini kâh kendi siyasetlerini gütme amaçlı yapıyorlar kâh İslam’ın yayılmasını önleme amaçlı yapıyorlar. Charlie Hebdo saldırısı sonrasında yeni bir 11 Eylül psikolojisi oluşturmak isteyen kesimin manşetlerinde ve iddialarında bariz bir şekilde bu anlattıklarımı görmek mümkün.
Hebdo saldırısı sonrası, yukarıda izah ettiğim kesimler bu saldırıyı bir fırsat bilerek hemen işe koyuldular, öyle ki Türkiye’de Can Dündar’ın Atatürk’ün bir insan olduğunu anlatmaya çalıştığı filme tahammül gösteremeyen, her türlü özgürlüğün karşısında olan Cumhuriyet gazetesi özgürlük havarisi kesildi ve Hebdo’nun çirkin karikatürlerini yayımlayacağını açıkladı. Amaçları özgürlük falan değil, bir provokasyona sebebiyet vermek istiyorlar, uluslararası bir komplonun parçası olup, ona destek vermek istiyorlar. Bu Cumhuriyet gazetesi için alışıldık bir durum, şaşırmamalı… Hatırlarsanız 2005-2006 yıllarını Cumhuriyet gazetesinin “tekbir getirilerek” bombalandığı provokasyon haberlerini okuyarak geçirmiştik. Yani bu tip girişimler Cumhuriyet için olağan; peki ya ona destek verenler?
Bu ülkede dini referans olarak gösterip, onlarca insanı kandıran bir yapının kendi televizyon kanalında Rasulullah (SAV)’i bir kamyona bindirdiğini, şarkılı türkülü organizasyonlarına geldiğini iddia ettiklerini biliyoruz. Bu vahim tavırlarına bakarak, bu insanların İslam ve peygamber algısının sorunlu ve yanlış olduğunu belirtmiştik. Şimdi aynı kesimin gazetecilerinin Hz. Muhammed (SAV)’e hakaret eden şahısların çalışmalarını yayımlamak isteyen Cumhuriyet gazetesine destek verdiğini görüyoruz; Tuncay Opçin, Emre Uslu, Ceyda Karan, İhsan Yılmaz, Hakan Şükür, Ekrem Dumanlı sosyal ağlar üzerinden Cumhuriyet gazetesine destek veriyorlar.
Karikatürlerin yayınlanmaması gelişmesine bir tepki de Amerika’dan geldi; Amerikan Dışişleri Sözcüsü, Türkiye’de hakaret kapağını yayımlanan web sitelerinin ilgili sayfalarının mahkeme kararıyla engellenmesini eleştirdi. Aynı Amerika’da Yahudilere yönelik bir hakaret girişiminde bulunun, hatta onu bırakın yalnızca Filistin’in bir devlet olduğundan bahsedin, bakalım ne oluyor? Anında susturulur bir de üzerine antisemitist ilan edilirsiniz. Amerika basın özgürlüğü ve hakaret özgürlüğü arasında farkı, tarafgir tutumunu gözden geçirsin önce… Bu arada hatırlatma fayda var; vaktiyle John Lennon “Biz İsa’dan daha ünlüyüz!” dediğinde Hristiyanlar sokağa dökülmüş, Hristiyan din adamları plaklarının yakılmasını istemişti.
Şimdi bu hakaret özgürlüğüne verdikleri desteğin sebebini sorsanız basın özgürlüğü derler… Basın özgürlüğü öyle mi? Basın özgürlüğünü savunan bu ekibin akıl hocası Fethullah Gülen, adını yazan herkese dava açtı, kendisine yönelik her eleştiriyi yargıya taşıyan Gülen, 202 dava için tam 984 bin 952 TL ödedi. Peki, bu durumda basın özgürlüğü neredeydi? Peygamber’e hakaret serbest ancak Gülen yönelik en ufak eleştiri yasak, öyle mi?
Gülen ve cemaatinin her durumda karşısında olanlar belli, onlar artık her şeyi çok net gördükleri için bu gruptan oldukça uzak bir konumdalar, bence bu realiteyi görmesi gereken Rasulullah’ın doğum günlerinde gül dağıtan Cemaat tabanı, bu tutarsız durum, bu problemli tavır üzerine düşünmesi gereken onlar. Merak ediyorum; Gülen’e yönelik en ufak bir eleştiriyi bile kabul edemeyip, Peygamber (SAV)’e yönelik hakarette bulunanlara destek vermeyi içlerine nasıl sindiriyorlar, bunu ne ile açıklayabilirler?
Hani hep Cemaat tabanı masum ve kandırılmış deniyor ya, hadi öyle kabul edelim, o masum Cemaat tabanı, İslamî bir yapı oldukları iddiasındayken dünyada kendileri dışındaki tüm Müslümanlar ile davalı ve onlara düşman olan bu yapının nerede İslam karşıtı bir kesim varsa onlarla dost olması hakkında hiçbir rahatsızlık duymuyor mu, bunun sebebini merak etmiyor mu? Saflıktan ise bu kadar saflık da fazla değil mi… Yoksa bizi mi saf sanıyorlar?
Yenişafak
YORUMLAR
701 kez izlendi
770 kez izlendi
555 kez izlendi
2078 kez izlendi
YORUM YAPIN
Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.