SİYASET

Tuğrul Selmanoğlu : Küskün metaller...

Tarih
29 Mart 2018
İzlenme
Kişi
Yazar
Tuğrul Selmanoğlu

 “Yorgun” oldukları gerekçesiyle teşkilatlardaki görevlerine son verilen bazı metallerden değişik sesler çıkmaya başladı son günlerde. Ağır metaller ağırlıklarından olsa gerek pek ses çıkarmıyor; ama altından alüminyuma teşkilat yapısında sırasıyla aşağıya doğru inerken, hafif metallerin pek küskün, pek şikâyetçi ve bertaraf edildikleri için pek bir yürekleri yanmış görünüyor.

Sosyal medyada rastladım, koca memleketimizin bilmem hangi beldesinin bilmem hangi mahallesinin yerine başkası getirilmiş bir eski mahalle başkanı bakın ne diyor:

“Ben bu partiye ömrümü verdim, çocuğum hasta oldu hasta yatağında bırakıp mitinge gittim, sürekli evde olmadığım için hanımla aram bozuldu, kendi arabamla parti için 7 yılda 40.000 kilometre yol yaptım, Arabanın perti çıktı aldırış etmedim, konferans oldu masa sandalye dizdim, bayrak astım, 15 Temmuz'da 30 gün sokakta yattım, teşekkür edileceğine kapının önüne konuldum, teşekkürler, bundan sonra benden oy da yok, teşekkürler.”

Güldüm okurken, adamcağızın başına gelenlere değil de, anladığım kadarıyla 7 yıldır teşkilatta görev alan birinin, teşkilatın ruhunu anlamamasına güldüm.

Bu adamı görevden almak hata değil, bu tarz adamları göreve getirmek hataydı...

Neden mi? Anlatayım...

Yıl 1918, 9 yıldır askerlik yapan, balkan savaşlarında bulunmuş olan, Çanakkale cehenneminde bulunmuş olan bir onbaşı, Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı Manastır isimli köyüne 145 kilometrelik yolu yırtık çizmeleriyle yürüye yürüye döner...

Köyünde kendisinden yıllardır haber alınamadığı için, ölü biliniyor.

Asker gece varır köyüne, hamileyken bırakıp gittiği eşinin evinin önüne gelir, kapıyı çalmaya cesaret edemez...

Ya öldüğünü düşünüp evlendiyse?

Ya bir başkası açarsa kapıyı çaldığında?

Ya doğumda öldüyse eşi?

Cepheden cepheye koşmuş o cesur asker, korkudan soğuk ter döküyordu kendi evinin yanan ışıklarını seyrederken.

Sabaha kadar bekledi öylece, dile kolay 9 yıl... Yüzlerce arkadaşı şehit olmuştu, binlerce yaralı görmüştü, binlerce Kilometre yol yürümüştü, giden asker ile dönen asker aynı kişiler değildi sanki.

Yaşadığı her muharebe, kafasının yanından geçen her kurşun, yaşadığı her acı ömründen ömür götürmüştü sanki...

Evet 30 yaşlarındaydı ama kendisini 1000 yaşında hissediyordu...

Sabah bir akrabasının evine gelip keçileri otlamaya çıkardığını gördü.

Bir cesaretle atıldı, akrabası karşısında yırtık elbiseleriyle duran askeri tanımadı...

“Seyyid ben, Seyyid Ali...”

“Eşim içeride mi?” “Evet” dedi akrabası...

“Evlendi mi?” diye sordu Koca Seyyid korka korka...

“Hayır” dedi akrabası, lakin kapıyı usulca çal, kızın içeride seni görünce korkmasın...

Seyyid Onbaşı evinin kapısını vurur...

8 yaşında bir kız çocuğu açar kapıyı, “Anne bir adam geldi” diye seslenir annesine...

Evet 206 kiloluk top mermisini tek başına “Ya Allah” diyerek kaldıran ve yaptığı atışla o devrin en büyük savaş gemisi olan Queen Elizabethi, Ege'nin dibine gönderen Seyyid Onbaşı’nın eve dönüş hikayesi böyle...

“Konumuzla alakası ne?” diyeceksiniz...

Tam da konumuzla alakalı...

Seyyid Onbaşı o atışı yaptığı için, komutanı kendisine o andan itibaren iki öğün verilmesini emreder cephede. Ama Seyyid Çavuş’un midesi almaz, arkadaşları tek öğün yerken, kendisinin iki öğün yemesini midesi kaldırmaz.

Dahası var...

Köyüne döndükten sonra, çiftçilikle geçinmeye çalışır, fazla toprağı olmadığı için ormandan odun kesip satmakla, kömürcülük yapmakla hayatını geçindirir...

Yıl 1929 Mustafa Kemal, Balıkesir'e gelir, şu Seyyid Onbaşı’yı bulun bana der, askerlik şubesinden araştırırlar ve Manastır köyünde olduğu tespit edilir.

İki asker düşer yola gider, Seyyid Onbaşı dağda odun kesmekle meşguldür...

Eve döndüğünde Askerlerin kendisini beklediğini görüp, “Suçum ne ola ki” diye sorar...

“Suçun yok beyim” derler: “Paşamız seni görmek ister.” Giderler Mustafa Kemal'in huzuruna...

Mustafa Kemal “Vatan için emeğin büyük, dile benden ne dilersen” der...

Seyyid Onbaşı başını kaldırır ve “Ben ne yaptıysam vatan için yaptım Paşam! Mal için makam için değil” der...

Seyyid Onbaşı'nın Facebook’u olsaydı...

Asla, ben bu dava için 206 kiloluk mermiyi tek başına kaldırdım demezdi...

Ben o lanet olası İngiliz’in gemisini vurmasaydım, savaşın kaderi değişirdi demezdi...

Bu Vatan için bırakıp cepheye gittiğimde yeni gelin olan eşim, döndüğümde 8 yaşında bir çocuğun Annesiydi, ne o beni tanıdı ne ben onu tanıdım demezdi...

İşte bu yüzden Azizim...

Mal ve makam gözetmeden bu davayı omuzlayanlar tarih yazmaya devam edecek... Tarih de o kahramanları yazmaya devam edecek...

Bu davayı bir beklenti ile güdenler ise unutulup gidecek...

Diriliş Postası
29 Mart 2018

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YORUMLAR

  • ALİ HAYDAR

    31 Mart 2018 10:30
    2 0
    AYNEN! EL-HAK DOĞRU..
  • mustafa yavaşoğlu

    29 Mart 2018 21:26
    3 0
    Asıl kahramanlar kendilerini övmez onları millet över aynen seyit onbaşıda olduğu gibi.ruhu şad olsun mekanı cennet olsun.Devlet inşallah çocukarını veya torunlarını gereken ilgiyi gösteriyordur.
  • deli fisek

    29 Mart 2018 20:16
    3 0
    vatan sevgisi mi ? ikbal sevgisi mi?
  • Ahmet YALÇIN

    29 Mart 2018 15:46
    5 0
    ALLAH razı olsun kardeşim.Şahane anlatmışsın.ALLAH hepimize basiret feraset hidayet nasib etsin
  • Sade Vatandaş

    29 Mart 2018 11:56
    4 0
    Kalemine ve yüreğine sağlık. Meselemiz tam da bu değil mi? Konuyu çok güzel özetlemişsiniz. Mazluma el tutmanın bedelini ancak ve ancak Allah'tan almayı ümit etmedikçe, mazlumun duasını alamayız. Mazlumun duası ise dünyayı ayakta tutan güçtür. Dolayısıyla ayakta durmak için dua almak şart. Ama mazlumun duasını...
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;