TARİH

Yavuz Bahadıroğlu : Osmanlı’da “işçi bayramı” yok, işçi hakları var

Tarih
02 Mayıs 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
Yavuz Bahadıroğlu

2 Mayıs 2015

1 Mayıs’ı yine yüreğimiz ağzımızda yaşadık. Oysa bayramlar, anonim neşe ve sevincin paylaşıldığı mutlu günlerdir. Ne hikmetse, “Bayram” denilen 1 Mayıslarda, Taksim’e yürüyenler dâhil, kimse bunu hissetmiyor: Hepimiz tedirgin ve huzursuz oluyoruz.

“Bayram”dan huzursuz olmak, “bitse de kurtulsak” havasına girmek, nasıl bir şey sahi? Sendika liderleri bunu hiç düşünmüşler mi acaba?

Osmanlı asırlarında böyle bayramlar yoktu, ama “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışında billurlaşan bir huzur anlayışı ile “İşçinin alın teri kurumadan ücretini ödeyiniz” fermanını “kul hakkı” kavramıyla bütünleyen bir “emek” algısı vardı: Bu yüzden işçilerin hakkı yenmez, emekleri zayi edilmezdi.

Bu anlayışın hayata bir yansıması olarak, dünyada ilk “toplu sözleşme”nin tüm emekçileri kapsayacak şekilde 25 Haziran 1774’te İstanbul’da imzalandığını biliyoruz. 

Kütahya’da bundan iki yıl sonra imzalanan toplusözleşmede ise çini ve porselen emekçilerinin hakları güvence altına alınıyor.

Kesin olarak şunu söyleyebilirim ki, toplu sözleşme ve grev hakkı, sanıldığı gibi bize Avrupa’dan gelmiş değildir. 

Bir çok padişahın fermanlarından anlaşıldığına göre, işçiler tarih boyunca zaman zaman ücretlerinin arttırılması isteğiyle iş bırakmışlar, yani “grev” yapmışlar ve hedefledikleri hakları almışlardır.

21 Haziran 1587 (15 Recep 995)’de Sultan III. Murad’ın, Mimar Sinan’a hitaben yazdığı fermanda, işçi gündeliklerinin on iki akçeden on altı akçeye çıkarılmış olduğu halde, işçinin memnun olmadığı şöyle anlatılıyor: 

“...Mehmed Paşa, bina eylediği camide, işleyenlere (işçiler ve ustalar) ferman-ı şerifim üzerine yevmiye (gündelik) on altışar akçe ücretlerin verirken, ziyade talep idüp (daha fazlasını isteyip) ‘virmezsenüz işlemezüz’ (ücretimiz arttırılmazsa işi bırakırız) deyu taallül ve niza iderler imiş (bu bahane ile patırtı çıkarırlarmış) Gereği gibi tembih eyleyesün kim, ferman-ı şerifim üzre on altışar akçe ücretlerin aldıktan sonra taâllül ve niza etmeyeler...” 

Şimdi Sultan I. Ahmed devrine bakalım…

Edirne’de inşa edilen handa çalışan işçilerin gündelikleri arttırılmış (ustalar için 24 akçe, amelelere 20 akçe ve çıraklara 18 akçe yevmiye), fakat çalışanlar yeni ücretleri de beğenmeyerek işi bırakmışlar, herhangi bir şekilde zorlanmaktan çekinmeleri sebebiyle de Edirne civarında bulunan Enez Kasabası’na gitmişler. 

Bunun üzerine Padişah, Edirne Kadısı’na 03 Rebiülevvel 1018 (06  Haziran 1609) tarihli bir ferman gönderiyor: “Han-ı mebzur bina olunmayub muattal kalmışdur” (han inşaatı yarım kaldı) diye yakınan padişah, ustalarla işçilerin derhal getirtilmesini, ücretlerin yeterli olduğunun anlatılmasını, şayet “bina emini” ve “bina kâtibi” tarafından ücretlerde keyfi kısıntılar yapılmışsa, bunun mutlak surette engellenmesini emrediyor.

Yani, pek-çok insanî ve vicdanî hak gibi, işçi haklarının da başlangıç noktası bu topraklardır. Öyle olmak zorunda: Çünkü Osmanlı’nın hayat nizami “insan merkezli”dir… 

Kur’anî bir bakışla hayata bakar, Kur’anî baktığı için de her insanda (inancı, kıyafeti, düşüncesi, milliyeti ve toplumsal konumu ne olursa olsun) “eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en yücesini) olarak görür ve değer verir. 

Geçmişimiz “insan merkezli” olduğu halde, ideolojik saplantılarımız yüzünden, aynı “insan merkezli” yapıyı oluşturamıyoruz. 

Osmanlı gibi “önder” ve “örnek” olamıyoruz, dolayısıyla büyüyemiyoruz.

Tedirginlik içinde geçirdiğimiz bu son “İşçi Bayramı” olsun!

Yeniakit

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;